kendim için, kendimce...

29 Kasım 2009 Pazar

özleme hali

“Ben giderken beni yolcu eden sen,
kapıyla çerçevelenmiş bir bahar manzarasıydın”
diyor Nazım Hikmet eşyalarını toplamış sevgilisinden ayrılırken. Zaman geçtikçe yok oluyor konuşulan cümleler.Uzak kaldıkça, üstelik de askersen azalıyor, yitip gidiyor akılda kalması için bol bol hayalini kurduklarım. İnsan üretimi bir el kamerası gibi seninle tüm anlarımı kaydedip tekrar tekrar izlemek isterdim. Oysa ben, ölmeden önce film şeridi gibi geçmesi için fotoğraflamışım tüm hallerini. İşte ben ne zaman uzaklara dalsam, ne zaman güneş dağın arkasına saklanıp bayrağı geceye devretse, zevkle izlediğim “bahar manzaralarım” senin gülen, kahkaha atan, masum, kızgın, asık suratlı, ama her halinle güzel hallerin beliriyor önümde. Üstüne su dökülmüş mangal kömürü gibi bir ses geliyor içimden, bir yandan çocukluğumda atlı karıncaya binerken ki kadar neşeleniyorum, bir yandan midemde beliren şölen yangınlarını bastırmaya çalışıyorum. Bir karıncaya yüklüyorum küllerini yangınlarımın, ağırlığının 10 katını taşıyordu bu ağır geldi ona.
Seninle med-cezir karakterli yaşadığımız her şey, Rodin'in değerli heykelleri gibi şekil verdi dünden bugünümüze. Ve ben her ay tutulmasında bir öncekinden daha fazla zapt edildim senin kıyıya taşan sularınla. Hollanda gibi sular altında kalacağımı bilsem de dört gözle bekliyorum günlerin geçmesini.
Kara kışımı yaşıyorum, çatımda gezen kediler donuyor damlarında atlarken. Güneş doğmayan Finlandiya gündüzlerinde kemiklerim sızlıyor sensiz. Halide Edip'in “gecenin en karanlık olduğu an güneşin doğmasına en yakın andır” dediği gibi bekliyorum gündüzüm olmanı. Ben senle bir bahar günü, elbisendeki çiçekleri bahar güneşi kıskanırken ve saçlarındaki aydınlık gündüzü geceyi aydınlatırken sokaklarda dolaşma hayaliyle üstesinden geliyorum bu Ortaçağ Zindanlarının.
Esrik bahanelerin ardına sığınıp, hayata küsercesine ve beceriksiz tüccarlar gibi altın yumurtlayan tavuğu kesercesine vazgeçmemi bekleme benden. İlk önüme çıkan pentatlonda sırtımı dönüp yolumu değiştirecek değilim. Ben en sevdiğim yolu, tüm patikalarıyla, tüm uçurumlarıyla katetmişim. - 40 derecede başım döndürmüş oksijeni gıdımla yudumlamışım. Seni gece yerine koymuş geceye tapmış, gündüz yerine koymuş güneşe tapmışım. Ben, Helene için bir uygarlığı savaşa sokan Paris gibi hazırım Pandora'nın kutusundan çıkanlarla cenk etmeye.
Seni sevmelerimin kolleksiyonculuğunda zenginliği tattım ben. Kral Süleyman'ın hazinesi gibi gizlemedim hiç aşkımı, aksine, paha biçilmez kaşıkçı elmasımdın ve ben Sağır Sultan bile anlattım sabırla, seni ne kadar çok sevdiğimi. Korkutmuyor gözümü zülfikarlar, hançerler; Azrail dokunulmazlığında seviyorum seni ölüme inat. Cehennem ateşi yanıyor içimde bitmez tükenmez. Birinci dereceden yanık bir tutku bu bendeki şeytana pabucunu ters giydirir. “ Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar” Ahmed Arif'in diliyle ve Excalibur gibi yer yaptın saplandığın yerde. Sen bile değilsin bu ateşten kılıcın Kral Arthur'u, Cebraildir ancak geldiğinde Azrail'in haberi.

Bir atmacanın bulutlarda bıraktığı iz değil bu bendeki, uğruna savaşlar verilen baharat yoludur ancak. Sen aklımın Haçlı Seferlerinde bana küçük mağlubiyetler tattırırken, ben çoktan çözmüştüm Bizans Oyunlarını ve İstanbul'u fethettim senin gönlünde. Deli Petro gibidir benim aşkım zevk alır yenilmekten, bilir önemli olan cenkidir iki kahramanın, aşkla cenk ettikten sonra.

Yağmurlu sonbahar günlerinde, gri şehirlerin ıslak nefesinde Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şiirinde olduğu gibi “Seni bir kez öptüm, bir daha öptüm, bir daha öptüm, yalnızca yağmur şahitti...” diyebileceğim günleri düşlüyorum. Elimde bir abaküs, dünyanın en kolay, en zor matematiğini hesaplıyorum. Roma'ya varıyordu tüm yollar, oysa benim yollarım İstanbul Yedikule misali eğimliydi ve her yol sana akıyordu eninde sonunda. Gün geçiyor bir boncuk daha sürüyorum abaküsün öte yanına. “Ne zaman baksam, saat ya Ayten'e beş var, ya Ayten'i beş geçiyor” Ümit Yaşar Oğuzcan'ın dediği gibi.
Atlas gibi yüklendim seninle dünyamı, yorulmadan, üşenmeden taşıyorum. Hayallerimi ekliyorum üstüne, senli bir yarın ekliyorum. Ağırlığını kestiriyorum kendimce “Evet” diyorum.
Adımlarım sana doğru, hayallerim sana, gece ve gündüz düşlerim sana... Gözümü kapatıyorum, dünümde sen varsın, yarınımda sen.
Ve son söz Attila İlhan'ın “Ben sana mecburum bilemessin...”

Hiç yorum yok: